Cumartesi, 23 Rebiülahir 1446
Ahad Hadislerin Akidede Delil Olmasi

Âhad Hadislerin Akidede Delil Olması

Bazı kelâmcılar[2] ile usulcüler[3] âhad [1] hadislerin akidede delil olamayacağını, ancak âyet ve hadislerin kesin delil olacağını söylemişlerdir. Fakat bu söz kabul edilemez. Çünkü eğer bir hadis ister mütevatir olarak, ister âhad olarak güvenilir kişilerle sağlam yoldan bize ulaşırsa kesin ilim ifade eder ve onunla iman ve amel etmek gerekir. Ehl-i Sünnet’in hadis alimleri böyle söylemişler ve delil olarak da Allâh Teâlâ’nın şu sözünü almışlardır: “Allâh ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.”(Ahzâb: 36) Yine şu âyeti delil almışlardır: “Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat edin.” (Âli İmrân: 32)

İbn Hacer şöyle diyor: “Sahâbe ve tâbiînin geri çevirmeden âhad hadislerle amel ettikleri çok yaygın olarak bilinmektedir. Öyleyse onların bu hadislerle amel etmeyi kabul ettikleri hükmü ortaya çıkar.”[4]

İbn Ebi’l-İz ise şöyle diyor: “Ümmet-i Muhammed kesin ilim ifade eden âhad hadislerle amel etmeyi kabul etmiştir. Âhad hadis, mütevatirin iki bölümünden biridir. Bu konuda Ehl-i Sünnet alimleri arasında bir anlaşmazlık yoktur.”[5]

Bir adam İmam Şâfiî’ye bir meseleden sordu. İmam Şâfiî: “Rasûlüllâh (sav) bu konuda şöyle şöyle hüküm vermiştir” dedi. Adam: “Senin görüşün nedir?” deyince İmam Şâfiî şöyle dedi: “Subhânellah! Sen beni kendisine bey’at edilecek birisi olarak mı görüyorsun? Ben sana: “Rasûlüllâh (sav) böyle hüküm verdi” diyorum, sen bana: “Senin görüşün nedir?” diyorsun.”[6]

Yine İmam Şâfiî: “Ne zaman ben Rasûlüllâh (sav)’den sahih bir hadis rivayet eder de onunla amel etmezsem, aklımı yitirdiğime dair size şahit olurum.”[7]

O, âhad hadis ile mütevatir hadisi ayırt etmemektedir. Yine O, itikadî delil ile ameli delili ayırt etmemektedir. Sadece hepsinde ortak olan şey delilin sahih olmasıdır.

İmam Ahmed şöyle diyor: “Rasûlüllâh (sav)’den iyi senedle gelen herşeyi kabul ederiz. Ama Rasûl’den iyi senedle geldiğini kabul etmediğimiz şeyleri geri çeviririz, reddederiz veya Allâh’a havale ederiz. Allâh Teâlâ şöyle buyuruyor: “Rasûl size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr: 7)[8]

İnsan sözün kimden geldiğine bir baksa..Ahad da olsa sahih bir şekilde o söz sana Rasulullah s.a.v’den geldi…Daha neyin telaşesindesin?

İmam Ahmed bu sözüyle Rasûlüllâh (sav)’den gelen şeyin sahih olmasını şart koşmuştur.

İbn Teymiyye ise şöyle demiştir: “Hadis, eğer sahih olursa hadistir. Müslümanların hepsi onunla amel etmenin vacip olduğunu kabul etmiştir.”[9]

İbn Kayyım ise âhad hadislerin delil olmasını inkâr edenlere verdiği cevapta şöyle diyor: “Bunun benzeri sahâbenin birbirinden rivayet etmeleridir. Onlardan birisi Rasûlüllâh (sav)’den hadis rivayet ettiğinde bunun kesin ilim olduğunu biliyorlardı. Hadisi rivayet edene: “Senin hadisin mütevatir değil, âhad hadistir, kesin ilim ifade etmez…” demiyorlardı. Onlardan biri diğerine Rasûlüllâh (sav)’den sıfat konusunda hadis rivayet ettiğinde onu kabul ederek alıyor ve o sıfata kesin olarak iman ediyordu. Aynı, Allâh’ın ahirette görülmesine, O’nun konuşmasına, O’nun kıyamet günü kullarına uzaktan ve yakından duyulan sesiyle seslenmesine, O’nun her gece dünya semasına indiğine, O’nun gülmesine, O’nun sevindiğine, O’nun gökleri elindeki parmaklarından birinde tutumasına, O’nun ayağının olduğuna iman ettiği gibi.

Kim bu hadisleri Rasûlüllâh (sav)’den duyandan duyarsa veya adalet sahibi doğru sözlü ve bu hadislerin içindekilerin doğru olduğuna inanan birisinden duyarsa, o kişi hiçbir şüphe ve çelişki içinde olmaz.

Öyle ki belki de onlar bazı ahkâm hadislerinin doğru olup olmadığını araştırmışlardır… Onlar sıfat hadislerinin rivayetlerini araştırmamışlar aksine kendilerine o hadisleri haber veren Rasûlüllâh (sav)’den alarak içindeki hükümleri kabul etmişlerdir. Kim hadis ve sünnet konusunda araştırma yapmışsa bunu çok iyi bilir. Eğer bu anlaşılmamışsa biz zaten yüzden fazla konuda bunu açıkladık.

Bu görüş Rasûlüllâh (sav)’den gelen haberlerin kesinlik ifade ettiğini çürüterek, sahâbe, tâbiîn ve mezhep imamlarının ittifak ettikleri icmayı ortadan kaldırır. Yine bunlar sünnete değer vermeyerek saygısızlık eden Mutezile, Cehmiyye, Şia, Hariciler ile bazı usul ve fıkıhçılardır.

Yoksa onlardan önce kimsenin bunu söylediği ne görülmüş, ne de duyulmuştur. Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe’nin talebeleri, Zâhiriler’den Davud ve İbn Hazm âhad hadislerin kesin ilim ifade ettiğini söyleyenlerdendir.”[10]

Âhad hadislerin delil olmadığını savunanların aklına gelen âhad hadisler zan (olasılık) ifade eder şüphesine[11] gelince, onlar bununla ravilerden birinin hata etmesini, unutması veya gaflete düşmesinin olabileceğini kasdetmektedirler. Onlara göre, ahkâm hadislerinde kabul edilen zan ile amel etmek ittifak ile vacibdir, ama itikadi meselelerde bu hadisler delil olmaz. Bu görüşlerine Kur’ân’daki zanna uymayı yasaklayan bazı âyetleri delil olarak getirmektedirler. Mesela şu âyet: “Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.” (Necm: 28)

Onların bu şüphelerine şöyle cevap verebiliriz: Bu ve benzeri âyetleri delil olarak getirmeleri kabul edilemez. Çünkü bu âyetteki zan, iddia ettikleri zann-ı gâlib değil, şüphe, yalan, iftira ve tahmin mânâsında olan zandır. “en-Nihâye” ve “Lisânu’l-Arab” ve diğer sözlüklerde geçtiğine göre: “Zan: Önüne gelen şüpheli bir şeyi gerçek sayarak onunla hüküm vermendir.”[12]

İbn Kesîr ise bu âyetin tefsirinde şöyle diyor: “(Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur) Yani onların söylediklerini doğrulayan gerçek bir delil yoktur. Aksine o sözleri yalan, iftira ve çirkin bir inkârdır. (Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından birşey ifade etmez) Yani faydası olmayan şey. Hakikatin yerini asla tutmaz. Müslim’deki hadiste geçtiğine göre Rasûlüllâh (sav) şöyle buyurmuştur: “Zan yapmayın. Sözlerin en yalanı zandır.” [13]

Şüphe ve yalan Allâh’ın kötülediği zandır ki müşrikleri bu zanlarından dolayı yermektedir. Allâh Teâlâ şu âyette  bunu göstermektedir: “Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler” (En’âm: 116). Allâh onları zan yapmak ve yalan söylemekle vasıflandırmaktadır ki o da desteksiz olarak tahmin ve varsayımda bulunmaktır. Öyleyse tahmin ve varsayım zan oluyorsa o halde zanna tâbi olan ahkâm hadisleri de alınmaz.[14] Çünkü ahkâm meseleleri şüphe ve tahmin üzerine oluşturulmaz.

Ravinin gafleti ve unutması ihtimali söylentisine gelince, buna âhad hadisin şartlarında cevap vardır. O da, her ravinin sika olması ve hafızasının sağlam olması şartıdır. Dolayısıyla bu şartlarda hadis sahih olduğundan ravinin hata yapma şüphesi kalmaz. Bununla beraber sika ve sağlam hafızalı bir ravi bilindiğine göre gafil olmaz, yalan da söylemez. Neticede sadece akli bir ihtimalle böyle birinin söylediği hadisi reddetmeye gerek kalmaz.


Âhad Hadislerle Amel Edileceğine Dair Deliller:

Âhad hadislerin itikadda delil olarak alınmayacağını iddia edenlerin sözlerinin yanlış olduğu anlaşıldıktan sonra, bu hadislerle amel edileceğine dair size Kur’ân ve Sünnet’ten delilleri sunalım:

Kur’ân’dan Bazı Deliller:

1- Allâh Teâlâ şöyle buyuruyor: Mü’minlerin  hepsinin  toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dini ilimlerde geniş bilgi elde etmek ve kavimleri savaştan döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe: 122)

Bu âyet müslümanları fıkıh öğrenmeye teşvik etmektedir. Âyetteki “tâife” kelimesi hem bir kişiyi, hem de birden fazlasını içerir. İmam Buhari şöyle demiştir: “Bir kişi taife olarak isimlendirilir. Allâh Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer mü’minlerden iki taife birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin.” (Hucurat: 9) Eğer iki kişi savaşsaydı yine âyetin mânâsına dahil olurdu”.[15]

Öyleyse dini konularda bir kişinin öğrettiği şey kabul ediliyorsa, bu âhad hadislerle amel edileceğini gösterir. Dinde fıkıh öğrenmek hem itikadî hem de ameli konuları içerir. Bilakis öncelikle itikadi konuları öğrenmek daha önemlidir.[16]

2- Allâh Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın” (Hucurat: 6) Başka bir okuyuş şeklinde şöyledir: “fetesebbetû: doğruluğunu araştırın” [17] bu âyet, sika (güvenilir) bir kişinin söylediği hadisin kesinlik ifade ettiğini ve bunun kabul edileceğine delildir. Bu kişi fâsık (yalancı) olmadığı için söylediği hadisin doğruluğunun araştırılmasına gerek kalmaz. Eğer söylediği hadis kesin bir ilim içermeseydi o zaman gerçeğini öğreninceye kadar araştırılması emredilirdi.[18]

3- Allâh Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allâh’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan idarecilere de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allâh’a ve Rasûl’e götürün.” (Nisa: 59)

İbn Kayyım şöyle demiştir: “Müslümanların icma‘ına göre bu âyetteki Rasul’e götürmek, O hayatta iken O’na danışmaktır. O vefat ettikten sonra O’nun sünnetine danışmaktır.  Eğer ki mütevatir ve âhad hadisler kesin bir ilim ifade etmese bile, onların ortak görüşlerine göre vefatından sonra bu danışma görevi sona ermez.” [19]

Hadisten Bazı Deliller:

1- Rasûlüllâh (sav) krallara, devlet başkanlarına ve kabilelere elçilerini birer birer gönderirdi. İnsanlar da bu elçilere dindeki ameli ve itikadi meseleleri öğrenmek için sorarlardı. Rasûlüllâh (sav) Ebû Ubeyde Âmir b. Cerrâh’ı Necran’a[20], Muaz b. Cebel’i Yemen’e[21], Dihye el-Kelbî’yi bir yazı ile Busra[22] emirine göndermiştir. Aynı şekilde başka sahabeleri de değişik yerlere göndermiştir.

2- Buhari’nin rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ömer (ra) şöyle demiştir: “İnsanlar Kuba Mescidi’nde sabah namazını kılarlarken birisi geldi ve: “Bu gece Rasûlüllâh (sav)’e âyet indi. Bundan sonra Kâbe’ye doğru namaz kılınacak. Yönünüzü Kâbe’ye çevirin” dedi. Orada Kudüs’e doğru namaz kılanlar yönlerini Kâbe’ye doğru çevirdiler.”[23]

Burada: “Bu olay ameli bir hükümdür” denilemez. Çünkü bu amelin yapılması, gelen haberin sağlam olduğu inancına bağlıdır.

3- Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: “Ensar’dan bir kişi Rasûlüllâh (sav)’den duymadığı bir şey olursa ben ona onu haber verirdim. Eğer benim Rasûlüllâh (sav)’den duymadığım bir şey olursa o bana onu haber verirdi.”[24]

Sahâbe’nin bu durumu bize, onların ister ameli olsun, isterse itikadi olsun dini meselelerde bir tek kişinin söylediği hadisi delil olarak aldıklarını gösterir.

4- Abdullah b. Mesud (ra) şöyle demiştir: “Rasûlüllâh (sav)’i işittim, şöyle diyordu: Bizden hadis dinleyip ezberleyen ve onu başkalarına anlatan kişinin yüzünü Allah ak etsin. Belki anlatılan, dinleyenden daha iyi anlar.”[25]

Bu hadis de âhad hadislerin kabul edilmesinin ameli konularla sınırlı kalmadığını hem ameli, hem de itikadi konuları da içine alacak şekilde kapsamlı olduğunu gösterir. Öyle ki eğer Rasûlüllâh (sav)’den itikadi konularda gelen âhad hadislere iman etmek vacib olmasaydı, yukarıdaki hadiste de görüldüğü gibi Rasûlüllâh (sav) kendi sözünün tebliğ edilmesini emretmez, bilakis kendisi bunun sadece ameli konularla sınırlı olduğunu açıklardı.

Görüldüğü gibi, “âhad hadisler itikadi meselelerde delil olarak alınmaz” sözü sonradan çıkmış dinde aslı olmayan bid’at bir sözdür. Bu ümmetin selefinden kimse böyle bir şey söylememiş, ne de akıllarına gelmiştir. Eğer âhad hadislerin itikadda delil olarak alınmayacağına dair kesin bir delil olsa idi, bunu hem sahâbe hem de onlardan sonra gelen selef bilirdi.

Ayrıca bu bid’at söz, Rasûlüllâh (sav)’den âhad hadisle bize ulaşan yüzlerce sahih hadisin reddedilmesi inancını da içerir.[26]

Âhad hadisleri itikadda delil olarak almayanların Rasûlüllâh (sav)’den bize ulaşan bir çok itikadi meseleyi reddetmeleri gerekir. Onların başlıcaları şunlardır:

  1. Rasûlüllâh (sav)’in diğer peygamberlere olan üstünlüğü
  2. Rasûlüllâh (sav)’in mahşer günü büyük şefaati
  3. Rasûlüllâh (sav)’in ümmetinden büyük günah sahiplerine olan şefaati
  4. Rasûlüllâh (sav)’in Kur’ân dışındaki bütün mucizeleri
  5. Kur’ân’da anlatılmayan yaratılışın nasıl başladığı, meleklerin ve cinlerin özellikleri, cennet ve cehennemin vasıfları.
  6. Kabirde münker ve nekir sorgusu.
  7. Kabrin ölüyü sıkıştırması
  8. Sırat köprüsü, havz, iki kefeli mizan.
  9. Allâh Teâlâ’nın anne karnında iken her insanın iyi mi, yoksa kötü mü olacağını, rızkını ve ecelini yazması.
  10. Suyutî’nin “el-Hasâisu’l-Kübrâ” kitabında topladığı Rasûlüllâh (sav)’in özellikleri. Mesela: Hayatta iken cennete girmesi, oranın halkını görmesi, muttakiler için orada neler hazırlandığı, O’nun cininin müslüman olması.
  11. Aşere-i Mübeşşere’nin kesin cennette olacağı.
  12. Büyük günah sahiplerinin ebedi olarak ateşte kalmayacakları
  13. Kur’an dışında hadislerde geçen kıyametin, haşrin ve neşrin nasıl olacağı.
  14. Kıyamet alametlerinden olan Mehdi (as)’ın çıkışı, İsa (as)’ın inmesi, Deccal’in çıkması, güneşin batıdan doğması, Dâbbetü’l-Arz vb. diğerleri.

Yukarıdaki bu itikadi meselelerin delilleri onların dediği gibi âhad hadislerle gelmemiştir, hepsi âhad hadis değildir. Bilakis bazılarının delili mütevatir hadistir. Fakat âhad hadislerin delil olarak alınmasını kabul etmeyen bu insanların ilimlerinin kıtlığı onların sahih hadislerle gelen bütün itikadi meseleleri kabul etmemelerine sebep olmuştur.[27]

 

[1] Haber bize ulaşma yönünden mütevatir ve âhad olmak üzere iki kısma ayrılır:

1- Mütevatir: Senedinde başından sonuna kadar yalan üzere birleşmeleri imkânsız bir topluluğun, kendisi gibi bir topluluktan rivayet etmesidir.

2- Âhad: Mütevatirin dışında kalan rivayetlerdir.

Bak: “Takrîbu’n-Nevevî” (2/176 Tedrîbu’r-Râvî beraberinde), “Kavâidu’t-tahdîs” (s: 146); Kâsımî, “Teysiru Mustalahi’l-Hadîs” (s: 18-21) Mahmûd Tahhan.

[2] Mutezile mezhebi ve son asırda bu mezhebe uyanlardan Muhammed Abduh, Mahmûd Şeltût, Ahmed Çelebi, Abdulkerim Osmân ve diğerleri. Bak: “el-Fark Beyne’l-Fırak” (s: 180); “Fethu’l-Bârî” (13/233); “Kâdi’l-Kudât Abdulcebbâr el-Hemedânî” (s: 88-90) Abdulkerim Osmân; “Risâletü’t-Tevhîd” (s: 202) Muhammed Abduh- Reşid Rıza. Ayrıca bak: “Mevkıfu’l-Mutezile mine’s-Sünneti’n-Nebeviyye” (s: 92-93) Ebû Lübâbe Hüseyin; “el-Mesihiyye: Mukârenetü’l-Edyân” (s: 44) Ahmed Çelebi. Mahmûd Şeltût “Fetevâ”da (s: 62) şöyle diyor: “Alimler, âhad hadislerin akidede delil olamayacağında icma etmişlerdir. Bu yüzden gaybî meselelerde o hadisler alınmaz”. Yine O’nun kitabı: “el-İslâm  Akidetün ve Şeria” (s: 53). Bak: “el-Mesih fi’l-Kur’ân ve’t-Tevrat ve’l-İncil” (s: 539) Abdulkerim el-Hatib.

[3] Bak: “Şerhu’l-Kevkebi’l-Munîr fi Usûli’l-Fıkh” (2/350-352) Muhammed b. Ahmed b. Abdulaziz el-Hanbelî.

[4] “Fethu’l-Bârî” (13/234).

[5] “Tahâvi Akidesi Şerhi” (s: 399-400).

[6] “Muhtasar Savâiku’l-Mürsele ala’l-Cehmiyye ve’l-Mu’attıla” (2/350), İbn Kayyım. Ayrıca bak: “er-Risâle” (s: 401) İmam Şâfiî; “Tahavî Akidesi Şerhi” (s: 399) İbn Ebi’l-İz.

[7] “Muhtasar Savâik” (2/350).

[8] “İthâfu’l-Cemâ’a” (1/4)

[9] “Mecmû’u’l-Fetâvâ” (19/85), İbn Teymiyye.

[10] “Muhtasar Savâik” (2/361-362).

[11] Bak: “Vucubu’l-Ahzi bi Hadisi’l-Âhad fi’l-Akide ve’r-Reddi alâ Şübheti’l-Muhâlifîn” (s: 6-7), Albânî.

[12] Bak: “en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadis ve’l-Eser” (3/162-163).

[13] İbn Kesir Tefsiri (7/434). Müslim, el-Birr ve’s-Sıla ve’l-Âdâb (16/118 Nevevi Şerhi).

[14] Bak: “el-Akide fi’llâh” (s: 48-49), Ömer Süleyman Aşkar.

[15] Buhari, Âhad, (13/231 Fethu’l-Bârî Şerhi).

[16] Bak: “el-Akidetü fi’llâh” (s: 51)

[17] Bak:  “Tefsiru’ş-Şevkanî” (5/60).

[18] “Vucubu’l-Ahzi bi-Hadîsi’l-Âhâd fi’l-Akide” (s: 7), Albânî.

[19] “Muhtasar Savaik” (2/352).

[20] Buhari, Âhad (13/232 Fethu’l-Bârî Şerhi).

[21] Buhari, Zekât, (3/261 Fethu’l-Bârî Şerhi)

[22] Buhari, Âhad, (13/241 Fethu’l-Bârî Şerhi).

[23] Buhari, Âhad, (13/232 Fethu’l-Bârî Şerhi).

[24] Buhari, Âhad, (13/232 Fethu’l-Bârî Şerhi).

[25] Musned-i Ahmed (6/96). İmam Ahmed bu hadisi iki sahih senedle rivayet etmiştir.

[26] Bak: “Vucûbu’l-Ahzi bi-Hadîsi’l-Âhad fi’l-Akide” (s: 5-6), Albânî.

[27] Bak: a.g.e. (s: 36-39).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.